
HAYAT SANDIĞIMIZ
Canım Kendim ’li oldu bu ara cümlelerimiz.
Canım Kendim’ li, İyi ki Kendim’ li .
Benim de olmasın mı ‘Canım Kendim’ li bir yazım? Çalmasın mı sadece kendime dinlettiğim sazım?
Hadi! Canım Kendim, alalım şekerli ama acı kahvelerimizi, incecik kulbundan tutup; serçe parmak havada, höpürdete höpürdete içelim. Ama tadını hiç sevmeyelim. Çünkü sevmeyiz biz acıyı.. Kahve de bile sevmeyiz.. Acının ‘A’sını bile almak istemeyiz ağzımıza. Kahvenin acısını da mideye indirmeden ağzımızda eritelim.. Çünkü kahvenin acısını midemiz; hayatın acısını ruhumuz sindirmez bizim.
Nefeslenelim seninle Canım Kendim..
Mola verelim hayata,
Hayat san’dığımıza,
Hayat sandığımızı gelinlik kız umuduyla ha bire doldurmaya.
Sen düşün ben yazayım, ya da ben düşüneyim sen yaz Canım K endim. Nasıl olsa her yazanın bir okuyanı var bu hayatta. Değer olmasa da yazdıklarımız okunmaya. Güzel kitaplar, güzel insanlarla birlikte kıymetten düşünce, ilkokulda ‘a’ harfini tersten yazdığı için parmak uçlarına cetvel değenlere düşüyor iş demek ki. Küçücük bir çocukken kibritçi kızın kibrit kutusuna sığan hayaller, Jeff Bezos ’ un şatosuna sığmaz olduğu günden beri.. Boynuzsuz Ferrari’nin, boynuzlu Ferrari’den hak almaya başladığı günden beri; pamuk gibi kalbi olsa da pamuk prensesi bile yazacak kabiliyeti olmayanlara iş düştü demek ki..
Ve nedendir bilinmez, birinin ölümüne ah edemezken Pandemi den mütevellit ; tüm suç bir reelin 3. saniyesinde kahkaha gözyaşına boğulduğumuz güne ait..
Ama sen ‘farklıyım’ diyorsun değil mi Canım Kendim. Arapça harflerin yan yana dizilip okunuşunu çözdüğün günden bu yana, Bruce Lee’nin Amerika’ya dövüş dersi almak için değil de felsefe eğitimi almaya gittiğini öğrendiğinden bu yana, ‘farklıyım’ diyorsun…Bir kalpte iki sevgi olmayacağını bildiğin halde, yek vücutta her marifet olsun istiyorsun.. Her şeyin sonu nihai amaca varır, o amaç ne bilmek istiyorsun. .Hayatın anlamını arıyorsun.. Acı bir kahveye bile katlanamazken dilin, ruhunun acıda pişmesini diline pelesenk ediyorsun…
Hayatın amacıyla ilgili o kadar çok kitap okudun o kadar çok cümle duydun ki, buna rağmen amacın üzere yaşamak için asude bir bahar bekliyorsun. Dingin bir kalbi, zembille inecek sanıyorsun. Rahvan atlar gibi oradan oraya koşturup duruyorsun. Zamanının bir daha geri gelmemek üzere tükendiğini biliyorsun , lakin bu azgın fırtınada serçe kanatlarına çok güveniyorsun. Ertelemeyi seçim sanıp, eleştiriyi çok önemsiyorsun…oysa eleştirinin hasını kendine , kendin yapıyorsun. Umudunun boynunu kırıp, heyecanını yüreksizliğine gömüyorsun.. Ne çok bilip; ne az yaşıyorsun..
Gel daha açık olalım birbirimize Canım Kendim. Merak etme, bizden başka kimse duymuyor bizi. Madem sohbet ediyoruz seninle, açığa kavuşturmanın vakti geldi olanları, olamayıp da benliğimizin dibinde çürüyüp kalanları. Rahatına düşkünlüğün her halinden belli. Sarmalasa seni ,hayatın en güvenli elleri. Kucaklasa sımsıkı, yeterdi değil mi..
Tek bir soru soracağım sana: hayatın anlamını mı aradın hayatın boyunca, yoksa rahatlayabileceğin bir yer mi? En büyük yanılgımızın bu olduğu hiç aklına geldi mi..
Acıyı göğüslemenin de bir lezzet olduğu, zorluğun ardında hep rahmetin olduğu, alın terinin ruha şifa olduğu aklına gelmedi mi?
Şimdi karar verebildin mi Canım Kendim! Hangi amaç için, nasıl yaşadığına karar verebildin mi? Hala veremediysen, bombayı patlatıyorum. Ama söyleyeceğim şeyi, kahve yanı komşu dedikodusu dinler gibi dinleme. Bir daha duymayacakmış gibi dinle, çünkü insanın kendine nasihati pek bi zor ..
ŞU AN NE İLE MEŞGULSEN, BİL Kİ O ŞEY İÇİN YAŞIYORSUN…….
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var demişler. Söylediklerime gönül koyma Canım Kendim…
Ah! Kendim…
Vah! Kendim…
Herkes gitti, ben seninleyim…
Nazlı AKKAYA
kendimize söylenecek ne kadar cümlelerin olduğunu ve hayatın anlamını fark ettiren bir yazıyı okumak hem düşündürdü. hem de altı çizilecek cümlelerin vurgusu beni benden aldı.( hayatın amacıyla ilgili o kadar çok kitap okudun o kadar çok cümle duydun ki, buna rağmen amacın üzere yaşamak için asude bir bahar bekliyorsun. Dingin bir kalbi, zembille inecek sanıyorsun. Rahvan atlar gibi oradan oraya koşturup duruyorsun. Zamanının bir daha geri gelmemek üzere tükendiğini biliyorsun , lakin bu azgın fırtınada serçe kanatlarına çok güveniyorsun. Ertelemeyi seçim sanıp, eleştiriyi çok önemsiyorsun…oysa eleştirinin hasını kendine , kendin yapıyorsun. Umudunun boynunu kırıp, heyecanını yüreksizliğine gömüyorsun.. Ne çok bilip; ne az yaşıyorsun..) Nazlı hanım kaleminize sağlık..
daha farklı ufuk açıcı konularınızı da okumak dileğiyle…