
ÖMÜR SERMAYEMİZİ TÜKETENLER
Kelamımız tükenir, kalemimiz tutulur kalır kimi zaman. Biliriz ki yazacak çok şey vardır. Yazılması, konuşulması, idrak edilmesi gereken çok şey…Ama tükeniverir bazen mücadele gücümüz. Değiştiremediğimiz yanlışlara direnirken. Bir zerre ile o zerre de yaşayan ve yaşatılan güzelliklerle yetinmeyi bilmemiz gerekir belki de.Çoğunluğun hüsrana uğradığını, gaflet uykusunda olduğunu anlamamız gerek. Göregeldiğimiz yüzlerce şahsiyeti, ilim ve imtihan depolarına bakarak anlamaya çalışmalı, Hatta belki de çoğu kez anlamak için çabalamamalıyız bile. Çünkü biz mesûliyetlerimizin sınırını aştıkça, altından kalkamayacağımız bir yükü yüklenir, kitlelerden sorumluymuşuz gibi hissederiz kendimizi. Oysaki bize verilen sorumluluklar gücümüzü asla aşmamalıydı. Ruhumuza, bedenimize eziyet ederek birilerini kurtardığımızı bir şeyleri düzelttiğimizi sanırız bazen. Tâki bitap düşsek de bir arpa boyu yol alamadığımızı görmeye başlayıncaya kadar. Çoğu kez gücümüzü tüketecek biçimde dengelerimizi bozarak çizgimizden ayrılır, doğru istikamette olduğumuzu sanırken yuvarlandığımız aşırılıklar girdabında çırpınır durur ve bunu da sabır diye adlandırırız. Sahi biz neden vasat(denge) insanı olmakta çoğu kez zorlanırız?Fedakarlığı, belki de diğergamlığı yaşamaya ve yaşatmaya çalışırken neden tüm bunların karşılığını kuldan bekleme yanılgısına düşeriz ki. Yapıp ettiğimiz herşeyin eksiksizce kayıt altına alınıp muhafaza edildiği ve bir gün mutlaka eksiksizce karşılığını bulacağı gerçeğini gafilane unuturuz da zerre değeri olmayan hesaplara gömülür heba ederiz bize verilen ömür sermayemizi. Farkında olmaksızın tüketiriz sermayemizin yapıtaşları olan an’larımızı. İnsani değil hayvani ruhu ile yaşayan, gören, bakan ve algılayanların yanlışları ile zihnimizi yorarken ” Ne geçti ele, yüreğine âh ettirmeye değmeyecek kadar mana yüklediklerini mana aleminde yaşatarak?” diye dönüpte sormayız kendimize. Kendi dünyamızda büyüttüklerimizi, korktuklarımızı, nefret ettiklerimizi yaşatmaya devam ederken onların karanlık gölgelerini üzerimize çeker dururuz. Ehemmiyet vermeyince sönüp gidecek olan evhamlarımızı diri tutup yapılan hataları affetmeyerek kendimizi öfke ve nefret hapishanesinde tutsak ederiz. Nefret prangalarımızdan kurtulup en güzel özgürlük olan huzurun ve sevginin atmosferini solumayı ve bizi tutsak eden tüm menfi duygularımızın ağırlıklarından kurtulmayı denesekBir denesek…Anlarız ki o an teşebbüsümüz ile bize onlarca kapı aralanacak, halisane adımlarımız bizi doğru istikamete sevkederek huzura adım adım yaklaştıracaktır. …
Esma GÜLAÇAR
Bir yanıt bırakın